Blog

Zihinden Pratiğe Hoşnutluğun İnşası

Zihinden Pratiğe Hoşnutluğun İnşası

Yoga felsefesindeki temel kavramların yaşam pratiğine aktarılabilir olması, bu öğretinin hayata son derece entegre ve bireyin bütünsel gelişimine yönelik işlevsel yanının en somut göstergesi. Kapsadığı fiziksel pratiğin ve katmanlı uygulamaların ötesinde, teorik bakımdan gündelik yaşama uyarlanmaya en müsait kavramlarından biri olan Santosha’nın, mutluluk felsefesi çerçevesinde ele alınması gerektiğini düşünenlerdenim. Kelime anlamı olarak “memnuniyet, hoşnutluk” şeklinde çeviri bulan Santosha, Patanjali’nin ikinci basamakta yer verdiği Niyama ilkelerinden biri. Yoga ile yolumuz kesişmemiş olsa bile mevcut ruh hâlimiz ve mental kondisyonumuzu doğrudan şekillendirebilecek oluşu bakımından Santosha kavramı diğerlerinin arasından sıyrılır. Üstelik antik çağdan günümüze pek çok felsefi doktrinin ele aldığı mutluluk teması ile de çeşitli katmanlarda birleşir. 

İnsan zihninin hedefli olmaya meyilli yapısı nedeniyle; kendimizi sürekli bir koşullar ve kazanımlar zincirinde sürüklenirken bulmamız çok doğal. “Eğer şöyle olursa, böyle hissedeceğim/ bu olmazsa öyle hissetmemiş olurum.” vb. Oysa mutluluğun bir hedef değil, bir bilinç aşaması olduğunu idrak etmeye başladığımızda, koşullara bağlı duygusal çıkarımlardan ve beklentilerden zihnimizi özgürleştirmeyi başarabiliriz. Santosha tam da “memnuniyet” hâlinin koşulllardan azade, mevcut şartların içerisinde yaratılabileceğini bize hatırlatır. Beklenti içeren ve memnun olma hissini bir sebebe bağlayan zihin; mutluluğu daima kovalanması/yakalanması gereken bir ödül gibi görmeye devam eder. Oysa ki “hoşnutluk” tam olarak herhangi bir durumun içerisinde bilinçli şekilde yaratılan bir kanaatkârlık hissidir. Bilinçli şekilde yaratılabilmesi; içkin bir çabaya, bir başka deyişle düşüncelerin ehlileştirilmesine bağlıdır. Mutluluğun anlık bir duygu olduğunu göz önüne aldığımızda, onu kalıcı bir “memnuniyet”e dönüştürebilmek için kendi düşünce örüntülerimizle çalışmamız gerektiğini fark ederiz. Yoganın bir diğer temel kavramı, öz-araştırma da tam da burada devreye girer. 

Doğamız gereği daha fazlasını elde etmeye odaklanmak, egonun beslenmesine hizmet edecek olana yönelmek isteyen varlıklarız. Ancak bizi bu dürtüsel ilkelliğimizden ayıracak olan şey doyumsuzluğun sonsuz döngüsüne girmemeyi, girdiysek çıkabilmeyi başaracak farkındalığa ve idraka sahip olmamız. Kendi üzerinde çalışmaya başlayan, iç bakışını derinleştiren birey için bu farkındalık hâlini er geç deneyimleyebilmek sürecin doğal bir parçası. Sahip olduklarımızı koruma, sınırsız stabilite arayışı ve değişime gösterdiğimiz direnç gibi içeriden gelen tetikleyicilerle yol, zaman zaman çatallansan da “hoşnutluk” hissinin varlığını keşfetmek için göstereceğimiz çaba bizi seyirde tutmaya yeter. Memnuniyete dair gösterdiğimiz çaba zamanla alışkanlığa dönüştüğünde, ve nihayetinde karakterimizin, tutumlarımızın temel bir parçası olduğunda aynı hissi çevremize yansıtır hâle de gelmemiz mümkün. Santosha’yı gündelik pratiğimize dökmek üzere ortaya koyduğumuz her eylem, bizi günden güne koşullara bağlı bir mutluluk fikrinden uzaklaştırarak özgür kılar. Mutluluk üzerine çokça zihin yormuş düşünürlerden Stoacı İmparator Marcus Aurelius’un “Mutlu bir hayat çok az şeye bağlıdır.” deyişiyle vurguladığı ve Stoa felsefesinin yapıtaşlarından olan doğaya uygun yaşama ilkesiyle karşımıza çıkan bu özdeşlik, gönüllü zahmet kavramıyla da aynı zemini paylaşır. Santosha ve Stoa öğretisi bize; yaşadığımız olaylara, önümüze çıkan kişi, durum, konu, karmaşa ve sonuçlara negatif nitelikler yüklemek yerine kabule geçmeyi ve olumsuz düşüncelerin olumsuz duyguları yaratması prensibinden yola çıkarak isyan ve hoşnutsuzluk sarmalında takılı kalmamayı öğütler. Stoacıların ardılı sayılan kendi öğretisini yaratmış olan filozof Epikuros ise zihnin kendine has iyiliğini muhafaza edebilme yetisinden bahsederek, memnuniyet hissinin kaynağının dışarıda değil içeride yattığını vurgular. Düşüncelerimiz zihnimizin ürettiği soyut çıkarımlardır ve her düşünce daha yukarıda bir kapsayıcılığı olan bilinç tarafından gözlemlenebilir. Bu gözlemleme hâli, düşüncelerle kendimizi özdeşleştirmemeyi, onlara kapılan yeni duygusal tetiklenmeler üretmemeyi, zihnin hikayeleri arasından kaybolup gitmemeyi sağlar. Bilinçli farkındalık (mindfulness) deneyimi tam olarak bu gözlemleme anlarını yoğunlaştırmak ve uzatmaktır. Memnuniyet hissini araştırırken bu gözlemleme yetimizden faydalanırız ve gönüllü zahmet denilen her ortamda, zorluk ve tetikleyiciler içeren tüm koşulları kucaklamaya istekli olma becerisini geliştiririz. Günümüzde kabul kararlılık terapisi kapsamında başvurulan güncel psikoterapik yöntemler de bu kabule geçme, mevcut olana bilişsel mesafe alarak zorlayıcı deneyimlerle başa çıkabilme dayanıklılığını ve nihayetinde hoşnutluk deneyimini artırmayı hedefler. 

Mutluluk üzerine akıl yürütmüş çağdaş düşünür Bertrand Russell ise Mutlu Olma Sanatı isimli kitabında; “İstediğiniz bazı şeylerden yoksun olmak, mutluluğun vazgeçilmez bir parçasıdır.” vurgusuyla karşımıza çıkar. Russell; bir bağlamda nedensellik zincirine göre evrenin bizim istediklerimizi değil ihtiyacımız olanları karşımıza çıkarma yasasına atıfta bulunurken, başka bir bağlamda ise tıpkı öncülleri gibi koşulların ötesine taşınmış bir kabul ve hoşnutluğun altını çizer. Santosha, yoganın hem matta hem matın dışında deneyimlenebilecek en temel kavramı olmanın yanı sıra; insanoğlunun binlerce yıldır süren mutluluk arayışında nihai memnuniyetin, aslında, arayıştan vazgeçerek geleceğini en erken müjdeleyen ilkedir. Yoga öğretisinin bilgeliğinin her daim güncelliğini koruyacak olmasının mucizesi bu muazzam içgörüde yatar. 

PAYLAŞ :
E-Mail listemize katılın